30 Haziran 2010 Çarşamba

saat 1:21 ve ben bu saatte ne yapıyorum hala ayakta

kanarya adalarına göre ayarladığım biyolojik saatimi yaz saati uygulamasından dolayı, enerji tasarrufu yapıyım diyerekten sanırım istanbul civarlarına hatta normal insan civarlarınaçekmem lazım. ama bu kafa bu şekilde çalışmaya devam ederse non stop yorgunluk!!

hadi ii geceler

29 Haziran 2010 Salı

b/w lovely pics

klişeler var ilişkilerde. hatta insaların çoğu aslında insandan öte klişe isimli birer yaratık gibi. facebook da ne zaman elinde fotoğraf makinesi ile poz veren birini görsem ki bu kişi çekermiş gibi yapar, içimden alien çıkıcak gibi oluyor. komik oluyoruz yapmayalım nolur!

başka bir tane daha var ama ona kızamıyorum. sevgili ile başbaşa verilen sanki 1960 larda çekilmiş siyah beyaz fotoğraflar. nedense bir arzu edişmidirn edir bilemedim ama olsa fena olmazdı. ilerde belki "hani o siyah kazaklı" falan der oturur barış mançoculuk bile oynarım.

bi de bu foto analog makine ile çekildiyse ne güzel olmamı.. :)

yani insan ne kadar klişe olsa da azcık da insan olmalı. kendi özgü bi hali, onu o yapan bir şeyi olmalı. neden olmuyor derseniz ki kimse şuan bunu okumadığına göre kendime sorabilirim.. bence kendimize bakamıyoruz. aynada gördüğümüz biz değil sadece bize sunulmuş olan kaporta. zaten aynaya da bakmak gerekmiyor kendimizi görebilmek için. sadece biraz durmak lazım. ne de olsa binlerce sene kendimizi dinledik iyi ya da kötü. özümüzde zaten o mikrofon açık sadece sese kulak vermek lazım.

az biraz obsesif olmamdan ötürü bazen yoldn geçen insanlara takıyorum. acaba şu nasıl biri, bu gerçekten gözüktüğü gibi mi vs. herkes elbette bunu düşünmüştür en azından bir kere ama alışkanlık haline gelen bu takıntılı davranışım sayesinde şunu gördüm ki, kendimizle konuşmuyoruz. kendimizi azarlıyor ya da bu omuzların üstündeki saksıyı sürekli hesapla kitapla, hin fikirlerle, planlarla vs. dolduruyoruz. ee bu saksıya bazen de su vermek lazım serinlesin. kendine gelsin. oyuzden diyorumki dur dinle kendini nerdesin dostum görüyor musun?

28 Haziran 2010 Pazartesi

networ king

İlk insanların yaşadığı dönemleri anlatan belgesellerde bir oyuncu bulunup saç sakal eklenip üstüne hafif kambur durması da sağlanarak, kostüm vb. şeylerin de katkısı ile dönem havası yaratılmaya çalışılır.

Aşağıda görüleceği üzere bir oyuncu bulunursa ne hoş ama genelde görüntü aşağıdaki gibi değil onun altındaki gibi oluyor.





Aklıma takılan şu oldu. Bu dönemin insanları konuşma becerileri çok gelişmediği için gelişmiş sosyal becerilere de sahip değillerdi ama gene de yaşıyorlardı. İnsanoğlunun doyumsuz olması bu nokta da geçerli sanırım. Tabi bu "aç gözlülük" bir açıdan insanı geliştiririken, başka bir noktadan bakıldığında gene de yalnızlaştırıyor.

Twitter, facebook vs. ne olursa olsun insan yukardaki resimden çok da uzağa gidemedi mi acaba? Yoksa hala bir arabesk yazar olarak yalnız mıyız demeden duramıyorum kendime. En kalabalık partiler, en kalabalık gösteriler, en parlak kokteyller vs ne olursa olsun gene de evlerimize (inlerimize) kısmen de olsa yanlız dönüyoruz.

Peki bu yalnızlığın verdiği iç burukluğunun, can sıkıntısının nedeni ne? Yoksa atalarımızdan aldığımızı bir miras mı?

25 Haziran 2010 Cuma

Dönemsellik

Hayatın her alanında rastlanıyor mevsimselliğe. Örneğin tarım. Meyve-sebze fiyatları dönemsel olarak değerleniyor. Başka temel bir örnek giyim kuşam masrafları da olabilir.

Parayla ilgili konular haliyle insanı ilgilendirdiği için mevsimsellikte bi yönü ile insan kaynaklı aslında. Fakat parayı bir kenara koyarsak ve konuya "ruh hali"'den bakarsak en azından şuanki ruh halimi daha iyi ifade ederim.

Bir insanın gün içinde de değişebilir halet-i ruhiyesi yıldan yıla da ama değişmeyen bir şey varki o da bu durumun değişmediği. yani halleniyoruz günden güne aydan aya vs.

kısa bir ara...